~~ PLaNemo ~~
14 Eylül 2012 Cuma
~~ BoşLuk ~~
12 Eylül 2012 Çarşamba
~~ Çocuk - Kadınlar ~~
Senin hâlâ öyle şaşırmaların... Hâlâ aynı kocamanlıkta açabilmen gözlerini; gülerken yüzünün gözünün nasıl göründüğüne aldırmaman; komiklikler yapman hâlâ, çocukkenki gibi. Hâlâ! Ne olacak senin bu hallerin? Kadın kardeşim, sen hiç büyümeyecek misin? Sen hiç mi "ağır" kadın olamayacaksın? Sen bu yaşta hâlâ nasıl yolda giderken sekerek yürümeye cesaret edebilirsin? Ah canım kardeşim, ne olacak senin bu halin?
Yirmili yaşlarındaki mankenler bile senden daha kadın-kadın! Sen kaçsın şimdi? Otuz mu, kırk mı? Belki elline yaklaştın ve hâlâ onlar gibi ağır ağır hareket edip, süzülerek yürüyemiyorsun. "Koca kadın" gibi davranmayı kaç yaşına gelince öğreneceksin? Sen ne zaman saçlarını, ilkokuldaki gibi, başının iki yanından firketelerle toplamayı bırakıp "gölge" yaptırmaya gideceksin?
Alnın öyle çocuk gibi duruyor, açılınca saçlarının perdesi, yüzünün hiç büyümeyeceği daha çok belli oluyor. Kazağınla aynı renk soket çoraplar giyince ayağına, son kertede, gardırobun önünde kot pantolonu seçince... Alıp da giymediğin onca "kadın eteği" dolapta uyuyor da uyuyor...
Tırnakların bir türlü kırmızı oje sürülecek kadar uzamıyor. Hep temiz temiz, öyle dibinden kesilince tırnaklar- biliyorsun değil mi?- sen "tek taş" alınacak kadınlardan biri olmuyorsun; sana hâlâ doğum günlerinde kitap hediye ediliyor. Tek farkı eskiden, artık çayı annen demlemiyor.
Temiz temiz tuttuğun defterlerin oluyor senin, evinde küçük küçük, neşeli şeyler birikiyor. Başlıklar hâlâ kırmızı kalemle atılıyor; hayatın cümlelerini kurarken, senin yanında hep yumuşak uçlu kurşunkalemle, kenarları kirlendikçe boş kâğıtları silerek temizlediğin silgin duruyor. Neredeyse ataç tutturacaksın kenarlarına; senin hayatının sayfaları yaramaz kollarınla hâlâ kıvrılıyor. Bıraksalar seni, evine krapon kâğıtlarından kedi merdivenleri bile yaparsın, ama o kadarı da, öyle değil mi, fazla oluyor.
Sevgilin var, evlisin belki, hatta belki çocukları da kuzulayıp kuzulayıp koydun kenara ama senin gözlerin hâlâ çocukluk fotoğraflarındaki gözlerine benziyor. Şöyle bir şuh bakıp saçını savuramıyorsun. Sen komik bulduğun için bunlar sende komik duruyor. Yapsan yaparsın da daha baştan tutamayıp kendini gülmeye başladığın için hep bunlara gülen adamlar seni buluyor... Otuz yaşına gelince artık saçlarının böyle beceriksiz durmayacağını, kırkına gelince artık bu komikliklerin kafandan geçmeyeceğini, elline gelince artık dudaklarını yemeyeceğini düşünüyordun değil mi?
Senin çocukluğun o kadar neşeli, o kadar sana yakışıyor ki kolların, bacakların bir türlü "kadın" fotoğraflarına sığışmıyor. Hatta belki senin hâlâ külotlu çorapların düşüyor...
Ne olacak senin bu halin? Rujları, allıkları hâlâ oyun gibi sürüp sürüştürüşün... Ne olacak? Hiç büyümeyi düşünür müsün? Dantelli, kürklü, burnunu havaya kaldırıp yürümeyi beceren bir kadına ne kadar daha büyüyünce dönüşeceksin? O küpeleri, boncukları hâlâ annenin tuvalet masasında oynar gibi takıp takıştırışın...
Ne olacak? Sen hikâyeler anlatan bir anneanne, nine olduğunda bile bu komiklikleri yapmaya devam mı edeceksin? Her sokağa çıktığında başından geçenleri taklitler, bin türlü tiyatrolar yaparak anlatmaktan acaba ne kadar daha büyürsen vazgeçeceksin? Olgun bir somurtmayla, bacakların tayyör nizamında yerli yerinde oturmayı ne zaman becereceksin? Becermeli misin?
Çoktan öğrenmişler onlar öyle olabilmeyi. Sen şimdiye kadar çok ders kaçırdın. O zaman as bu dersi de, iyisi mi bu kadınlık okulunu biz bugün de ekelim. Gidip dizlerimizi kanatıp sonra mahalledeki komik insanların taklidini yapıp gülelim, gülelim. Başımızı arkaya ata ata gülelim. Saçımız firketelerden kaçtıkça avcumuzla, güzelce açıp alnımızı yeniden saçlarımızı firketeleyelim.
Yirmili yaşlarındaki mankenler bile senden daha kadın-kadın! Sen kaçsın şimdi? Otuz mu, kırk mı? Belki elline yaklaştın ve hâlâ onlar gibi ağır ağır hareket edip, süzülerek yürüyemiyorsun. "Koca kadın" gibi davranmayı kaç yaşına gelince öğreneceksin? Sen ne zaman saçlarını, ilkokuldaki gibi, başının iki yanından firketelerle toplamayı bırakıp "gölge" yaptırmaya gideceksin?
Alnın öyle çocuk gibi duruyor, açılınca saçlarının perdesi, yüzünün hiç büyümeyeceği daha çok belli oluyor. Kazağınla aynı renk soket çoraplar giyince ayağına, son kertede, gardırobun önünde kot pantolonu seçince... Alıp da giymediğin onca "kadın eteği" dolapta uyuyor da uyuyor...
Tırnakların bir türlü kırmızı oje sürülecek kadar uzamıyor. Hep temiz temiz, öyle dibinden kesilince tırnaklar- biliyorsun değil mi?- sen "tek taş" alınacak kadınlardan biri olmuyorsun; sana hâlâ doğum günlerinde kitap hediye ediliyor. Tek farkı eskiden, artık çayı annen demlemiyor.
Temiz temiz tuttuğun defterlerin oluyor senin, evinde küçük küçük, neşeli şeyler birikiyor. Başlıklar hâlâ kırmızı kalemle atılıyor; hayatın cümlelerini kurarken, senin yanında hep yumuşak uçlu kurşunkalemle, kenarları kirlendikçe boş kâğıtları silerek temizlediğin silgin duruyor. Neredeyse ataç tutturacaksın kenarlarına; senin hayatının sayfaları yaramaz kollarınla hâlâ kıvrılıyor. Bıraksalar seni, evine krapon kâğıtlarından kedi merdivenleri bile yaparsın, ama o kadarı da, öyle değil mi, fazla oluyor.
Sevgilin var, evlisin belki, hatta belki çocukları da kuzulayıp kuzulayıp koydun kenara ama senin gözlerin hâlâ çocukluk fotoğraflarındaki gözlerine benziyor. Şöyle bir şuh bakıp saçını savuramıyorsun. Sen komik bulduğun için bunlar sende komik duruyor. Yapsan yaparsın da daha baştan tutamayıp kendini gülmeye başladığın için hep bunlara gülen adamlar seni buluyor... Otuz yaşına gelince artık saçlarının böyle beceriksiz durmayacağını, kırkına gelince artık bu komikliklerin kafandan geçmeyeceğini, elline gelince artık dudaklarını yemeyeceğini düşünüyordun değil mi?
Senin çocukluğun o kadar neşeli, o kadar sana yakışıyor ki kolların, bacakların bir türlü "kadın" fotoğraflarına sığışmıyor. Hatta belki senin hâlâ külotlu çorapların düşüyor...
Ne olacak senin bu halin? Rujları, allıkları hâlâ oyun gibi sürüp sürüştürüşün... Ne olacak? Hiç büyümeyi düşünür müsün? Dantelli, kürklü, burnunu havaya kaldırıp yürümeyi beceren bir kadına ne kadar daha büyüyünce dönüşeceksin? O küpeleri, boncukları hâlâ annenin tuvalet masasında oynar gibi takıp takıştırışın...
Ne olacak? Sen hikâyeler anlatan bir anneanne, nine olduğunda bile bu komiklikleri yapmaya devam mı edeceksin? Her sokağa çıktığında başından geçenleri taklitler, bin türlü tiyatrolar yaparak anlatmaktan acaba ne kadar daha büyürsen vazgeçeceksin? Olgun bir somurtmayla, bacakların tayyör nizamında yerli yerinde oturmayı ne zaman becereceksin? Becermeli misin?
Çoktan öğrenmişler onlar öyle olabilmeyi. Sen şimdiye kadar çok ders kaçırdın. O zaman as bu dersi de, iyisi mi bu kadınlık okulunu biz bugün de ekelim. Gidip dizlerimizi kanatıp sonra mahalledeki komik insanların taklidini yapıp gülelim, gülelim. Başımızı arkaya ata ata gülelim. Saçımız firketelerden kaçtıkça avcumuzla, güzelce açıp alnımızı yeniden saçlarımızı firketeleyelim.
Ece Temelkuran
Dip not : Ne güzel Anlatmış Ece hanım , demek ki topuklu ayakkabı giydiğimde yaşadığım işkencelerin tek sebebi içimdeki sek sek oynayan kızmış :) seni yaramaz seni...Ah bende saçlarımı savurarak şuh bir bakış ile yuruyemedim ya , ruhum hep serseri bir kız çocuğu gibi bir zaman diliminde kaldı ....Ne yapalım bende tüm dersleri kaçırdım sanırsam artık benim içinde çok geç , peki bu dertten ölür müyüm :) ?
6 Eylül 2012 Perşembe
31 Ağustos 2012 Cuma
~~ Anı YaşaMak ~~
Anı yaşamak , Her
yazıda her konuşmada , her nutukta , her moral verme konuşmalarında bu geçer “anı
yaşa J “ bu cumle o anda bulundugun durumu
yaşayıp mutlu olmak değil midir ? ben öyle algılıyorum eminim sizde oyle
düşünüyorsunuzdur.
Peki bu durumu da
uygulayınca neden dengesiz oluyorsun J ….Şimdi “ne alaka yahu?” diyenlerinizi duydum , piştt ayıp
oluyor ama sabır J anlatacağım
acele yok …Şimdi şöyle oluyor ….bulunduğun anda seni mutlu eden şey neyse ,mutlu
bir şekilde düşünmeden ilerisini gerisini olduğu gibi yaşıyorsun ,ne yapmak istiyorsan
yapıyor yada ne yapmak istemiyorsan yapmayıp anın keyfini çıkarıyorsun …ama
sonra o an geçince başka bir ana gelince hop diye dogal olarak o andaki ruh
durumunda yaşamaya başlıyorsun... O anda doğal olarak tüm duygularında , düşüncelerinde
değişiyor ve bir önceki ana ait olan bişeylerden mutlu olmuyorsun .Çünkü "o" o
anda yaşandı, şimdi ise başka bir andayız ve onu yaşıyoruz J ama işte tamda boyle bir durumdayken sana
sen dengesiz misin ya hiçbir anın hiçbir anına uymuyor diyorlar J iyide olması gerekende bu değil mi? anı yaşıyorum işte kısa zaman dilimlerini :p
Hımsss hiç böyle
düşünmemiştik diyenlerinizi duyuyor gibiyim J evet bende hiç düşünmemiştim ama şuan beynimde baloncuklar
oluştu…Kesinlikle anı yaşıyorsa bir insan illaki bir dengesiz olma durumu
olacaktır.Çünkü hayat “an”lardan oluşup zamana dağılan bir süreç …….Eğer bir
insanda dengesizlik olmazsa hayatın tadıda olmaz :P çünkü sıkıcı sıradan bir
insandır , duyguları değişmeyen , fikirleri sabit , yorumsuz bir insandır.
Eminim içinizde ne
saçmalamış ya diyenlerinizde vardır , İnanın bazen hayatta saçmalamak ta
gerekir J Anı yaşayın
~~ EfSuN ~~
20 Ağustos 2012 Pazartesi
~~ RuhuM İle SevMek ~~
Sımsıkı saracak
sıcaklığın ile sarınmak istiyorum
.
Gözlerime baktıgın
anda uçurtmalar gibi rüzgara kapılıp ,
Tek bir gülüşün ile
baharları yaşamak istiyorum.
Sen yanımda oldugunda
gerçek ben olup ,
Ruhumu ruhun ile
özgürleştirmek istiyorum....
Seni GerçEk Ben Olarak Sevmek İstiyorum...
~~ EfSuN ~~
~~ GecE ~~
~~ GEcE ~~
Gülümsüyordu Gece bembeyaz bir aydınlık ile
Sanki Ruhumun Derinlerindeki Duyguları hissedermişcesine
O'da Kapkaranlıktı ama hissedenler için bembeyaz bir ışıktı aslında
İçinde Kocaman yıldızları vardı görebilene
Çok Derinlerinde saklıyordu onları
Hİç Fark edilmedi dıştan , sadece kapkaranlıktı bakAnlar için..
Geceydi Ay ' a sahip Olan ama hep ay'a gülümsediler
Gecenin kendiNi karanlık kılmasındaki anlamı hiç anlamadılar
Ay'ı güzel kılmak için renklerden vazgeçtiğini Bilmediler
O sadece siyahtı , sıkıcıydı
Ama Aslında
O ışıktı , huzurdu , yıldızdı , var oluştu , ufak bir tebessümdü , derinlikti ...
EfSuN
19 Ağustos 2012 Pazar
~~ Toz BuluTu ~~
Toz Bulutu
Toz bulutu hayatlarımız
Herşey yolundadır , süperdir ama birden bir esinti gelir
puff diye herşeyi darmadağın eder bir bakarsın herşey toz içinde kalmış
.Beklersin toz bulutunun gitmesini tekrar kaldığın yerden devam etmek için
,bulut yavaştan çekilir, geldiği gibi gider ama ama bir bakarsın ki giderken
iyi olan herşeyide götürmüş.Sadece ufacık bir zaman dilimi içinde herşey
değişmiş.Gözlerini kapatırsın beklersin beklersin….! içinden olmamalı dersin
boyle bir şey bu ufacık bir dokunuşla herşey bu kadar değişmemeli; emeklerim
sevdiklerim yaşadıklarım herşey bir anda boyle değişemez dersin açarsın
gözlerini inanarak ama maalesef ki yine herşey darmadağınıkdır.Acele ile
herşeyi yerli yerine eskisi gibi sağlam bir şekilde yerleştirmeye çalışırsın
ama hiç bişey eskisi gibi durmaz …Ne eksik ki ?dersin parçaları tekrar gözden
geçirirsin eksik olmadığı halde neden hala eskisi gibi olmadığını bir turlu
anlayamazsın ….Bir müddet beklersin belki yeniden o toz bulutu gelir ve
kendisinin darmadağın ettiklerini belki
yeniden yerli yerine koyar diye ama artık oda gelmez…Artık herşey
darmadağınık kalacaktır taki o toz bulutu tekrar gelip hayatını değiştirene
kadar….
İşte asıl mesele o toz bulutunun yüreklerimizde
yarattığımızı bilmeden onun uzaklardan gelmesini beklemektir…Yüreğimize işleyen
bir söz , gözlerimizden yüreğimize kadar işleyen bir bakış , yüreğimize
aldığımız bir dostun terk edişi , yürekten bağlandığımız birinin gidişi ,
yüreğimizde yeşerttiğimiz ama asla dillendirmediğimiz çiçeklerin solup gitmesi
, ufacık ama kocaman dokunuşlar… işte bunlar yüreğimizdekiler hayatımızı toz
bulutu gibi darmadağın eder….
Sonra yine bir bakış , bir güzel söz , bir vefa , bir empati
, bir içten anlayış , bir affetme , bir gülümseme , bir dokunuş ve işte yine yeni
bir toz bulutu daha ve hayatımız çiçeklerle çevrilir…Ufacık bir yürekte neler
neler saklanır …İşte o sakladıkları ile
gönül olur…
Size ufacık tefecik bir gönülden J
pembe toz bulutları gönderiyorum
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)